Saray, cami, türbe gibi Türk İslam eserlerinde süsleme sanatı olarak yer verilen çini sanatı özgün bir kültür olarak geçmişten geleceğe aktarılmaya devam ediyor. Topkapı Sarayı Valiaht Dairesi, Akşehir Ulu Camii, İstanbul Takkeci İbrahim Ağa Camii ve Konya Sahip Ata Hankahı’nda yer alan çiniler başta olmak üzere çini sanatı, Türk İslam kültüründe akla ilk gelen unsurlardan biri olarak varlığını koruyor. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Türk ve İslam Sanatları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sevinç Gök İpekçioğlu, çini sanatı ile ilgili bilgi verdi. Doç. Dr. İpekçioğlu “Türk, İran, Moğol, Arap ve Berber asıllı toplumların, Orta Asya’dan İspanya’ya kadar uzanan bir coğrafyada, 7. yüzyıldan günümüze kadar sürekli geliştirdikleri çini ve seramik sanatı, her bölgede farklı gelişim izlemiştir. Farklı teknik ve üslup özellikleriyle karşımıza çıkan çiniler; renk ve desen repertuarı ile göz kamaştırıcı örnekler sunmaya devam ediyor” dedi.
Çininin oluşumundan bahseden Doç. Dr. İpekçioğlu “Kil, kuvars ve özlü maddeler birleştirildikten sonra istenilen formda çini plakalar meydana getirilir. Bisküvi fırınlaması yapılan çini plakalar, lüster, sıraltı, tek renk sırlı ya da renkli sır teknikleri kullanılarak bezenir ve içeriğinde cam ve kuvars bulunan sırça ile sırlanır. Bu işlemlerin ardından çini plakalar tekrar fırınlanır ve yüksek ateşte eriyen ve şeffaflaşan sırça, çinini yüzeyini kaplar” dedi.
“Dini ve sivil mimari çinileri farklılık gösterir”
Çini sanatının tarihi hakkında konuşan Doç. Dr. İpekçioğlu, “Abbasiler döneminde üretilmeye başlanan lüster teknikli çiniler, renk, desen ve motif özellikleriyle yüksek kalite bir üretimin örnekleridir. Bu çiniler birçok ustaya ilham olmuş, devirler boyu kullanılmaya devam etmiştir. Çini sanatı özellikle Büyük Selçuklular döneminde gelişim gösterir. Lüster, sıraltı, tek renk sırlı vb. birçok teknikle çiniler başarıyla üretilmiş ve gerek cami, türbe, medrese gibi dini yapıları gerekse saray, köşk, hamam, çeşme gibi sivil yapıları süslemiştir. Bu çinilerde konular, dini ve sivil mimariye göre değişkenlik gösterir. Dini yapıları süsleyen çinilerde; bitkisel ve geometrik bezemelerin yanı sıra yazı kullanılmıştır. Sivil mimaride ise daha çok figürlü süslemeler tercih edilmiştir. Bu figürlü bezemelerde; insan, hayvan ve fantastik hayvan (siren, sfenks, grifon, çift başlı kartal, ejder) motifleri belirli kompozisyonlarda işlenmiştir. Konular taht, av, sevgili, müzisyenler ve atlı avcılardır. Anadolu Selçukluları döneminde çini mozaik tekniği çok gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. Cami, türbe, medrese ve şifahane gibi yapıların mihrapları, kubbe ve tonoz yüzeyleri, kemerler ve pencere alınlıkları çini mozaik teknikli çinilerle bezenmiştir” dedi.
“Anadolu, gerçek bir çini kültürüne sahip”
Türk-İslam kültüründe çinin önemine değinen Doç. Dr. İpekçioğlu, “Çini, Anadolu Türk sanatında çok önemli bir süsleme malzemesidir. Kullanılan tekniklerin çeşitliliği, uygulanan alanlar ve desen repertuarı çok gelişmiştir. Aslında çini yerine kullanılabilecek çok daha ucuz ve kolay yöntemler olmasına karşın, ustalar bütün zorluklarına rağmen çini süslemeyi tercih etmiştir. Bu da Anadolu’da gerçek anlamda bir çini kültürünün oluşmasını sağlamıştır. Kaliteli, renkli ve şeffaf camsı yüzeyiyle çiniler yapıların isimlerine dahi yansımıştır. Örneğin, Bursa Yeşil Cami, ismini caminin bütün iç duvarlarını ve mihrabını süsleyen çinilerinden alır” diye konuştu.
Ülkemizde çini üretiminin halen devam ettiğini vurgulayan Doç. Dr. İpekçioğlu, “Günümüzde geleneksel yöntemlerle çiniler üretilmeye ve gelecek nesillere aktarılmaya devam ediyor. Özellikle, İznik ve Kütahya’da yüksek kaliteli çiniler, yerel ustaların elinde şekilleniyor. Bu çiniler, yeni inşa edilen yapıların dekorasyonunda tercih edilebildiği gibi tarihi yapılarda da restorasyon gerekliliklerine göre kullanılabiliyor” dedi.